Haber Utrecht Köşe yazarlarından Sadullah Çelik’in yeni köşe yazısının konusu ”Son Ocak” başlıklı yazısının devamını siz değerli okurların beğenisine sunuyoruz.
Anlam olarak çok geniş olan bir kelime üzerinde sizlere bir şeyler anlatmaya çalışacağım. Daha doğrusu usturuplu bir şeyler söylemek istiyorum. Ocak kelimesinin anlamı ve genişliği bizlere nasıl bir yerde olduğumuz ve ne yapmamız hakkında bilgi verecektir.
Ocak, Türkçe bir kelimedir. Bu kelime Arapça, Farsça ve Rusça’ya ayrıca Kafkas ve Balkan dillerine de geçmiştir. Ocak: Ateş yakmaya yarayan pişirme, ısıtma vb. amaçlarla kullanılan yer (şömine) anlamlarına gelir. Çay ve kahvenin yapıldığı yere de ocak denir. Eskiden mutfak ismi yerine de ocak kullanılırdı. Hemen hemen her evde odunların yakıldığı ocak olur orada yemek yapılır, çay yapılır ve su ısıtılırdı. Ayrıca ocak etrafında yemek yenilir, muhteşem hikayeler, masallar anlatılırdı. Ocak başı sohbetleri yapılırdı. Ocak, Türkler’de saygı duyulan bir unsur, aynı zamanda ailenin devamıdır. Eski Türkler’deki atalar kültü ile bağlantılı olması kuvvetle muhtemel olan “aile ocağı” terimi ocağın yanmasının soyun devamı olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır. Bu şu misallerde daha alaşılır hale gelmektedir; Ocağımı yıktılar, ocağına incir ekmek, ocağı sönmek, ocağı tütmek gibi. Ocak yer olarak da kullanılır; aile ocağı, taş ocağı, asker ocağı (Peygamber ocağı), İlim ocağı (medrese, yurt, Suffe) vb. Bir de şöyle bir anlam ifade eder; biz bu anlam üzerinde duracağız.
Ocak, yer üstünde veya yer altında cevher çıkartılan yer. Yani bir cevher var bizi ilgilendiren, bulup çıkartıp işlememiz gereken. Dünyada tütmesi mecburi olan ocak Türkiye’mizdir çünkü o son ocaktır. Türkiye’de son ocak ise ailedir, sağlam olması ve yıkılmaması elzemdir. Aileyi ayakta tutacak olan ise yine aileyi kuracak ve ayağa kaldıracak olan bireylerdir. O zaman işe bireylerden başlamak gerekiyor.
Daha önceki yazılarımızda bir vakfın kurulması gerektiğinden bahsetmiştik. Üç ayağı olan bir evin temelini konu edinmiştik. Malumunuz üzere Hollanda’da bir bina kurulmadan önce temelinin sağlam olması için o binanın temeline metrelerce demir veya çimento kazıklar çakılır. Bizlerin de sağlam bir temel oluşturmamız için iki ayaktan yani kreş ve düğün salonu hakkında oluşan fikirleri daha önceki yazılarımızda sizlerin beğenisine sunmuştuk. Şimdi ise üçüncü ayaktan sizleri haberdar edeceğim. Yani öğrenci yurtlarından. Tabi bu anlattıklarım ve anlatacaklarım nazariye yani üzerinde çalışılmış , planlanmış, ortaya konulmuş bir şey değildir. Bu nazariye ama birbirini takip eden ve birbiriyle örtüşen şeylerdir. Bir Rus atasözü vardır; “Bir anda bir kaç tavşanı kovalarsan bir tanesini bile yakalayamazsın.” O yüzden bizler bu üç ayağın yani projenin hepsini bir anda yapmamız mümkün değildir. Mümkün olan imkanlar dahilinde önemine binaen sıraya koyarak bu düşünceleri hedefimiz haline getirebiliriz.
Dünya sisteminin gelecek yıllarda yapmak istediği ve planladığı şeyler sağlam aileler ile ilgilidir yani onlar sağlam ve kenetlenmiş aileleri etkileri altına alamıyorlar genelde zayıf karakterli aileleri ya da yanızlaştırdıkları kimseleri hızlı bir şekilde etkileri altına almaktadırlar. Dünya üzerinde insanlar ailesizliğe ve yalnızlığa teşvik edilmektedir. Bunlar bizlere din, ahlak ve kültür bakımından uymayacak şeylerdir. Dünya sisteminin gözüyle baktığımız zaman tek devlet, tek millet, tek dil ve tek cinsiyet Türk milletine uymayacak söylemlerdir.
O halde: Bu ocakların tütmesi için iki insanın yani kadın ve erkeğin evlenmesi gerekmektedir, onun için ilk hedef olarak düğün salonları üzerinde çalışabiliriz. İki insan evlenme kararı verdikten sonra ilk ve önemli uğrak yerleri düğün salonlarıdır. Düğünlerimizi istediğimiz gibi yapmamız için bir salonumuz var mı, teşvik edebileceğimiz ve örnek gösterebileceğimiz organizemiz var mı? Evlenince her şey bitiyor mu? Hayır belki de yeni başlıyor, gittikçe daraltılan imkanlardan dolayı evlenen çiftler ikisi de çalışmak zorunda kalacaklar, bunların hepsi sistem tarafından çok önceden hazır edildi, mesela hazır yemek fabrikaları ve dağıtıcılar ayarlandı. Bu aile kuran eşlerin ikisi de çalışınca tabi bu arada çocukları da olacak işte burada el atılması gereken bir düşünce daha ortaya çıkmaktadır. Bu çocuklara kim bakacak? Kreşler…
O zaman nasıl bir kreş olmalı? Aile desteğini de alan ve aileyle beraber çalışan 0-4 yaş arasındaki çocuklara din, ahlak ve kültür bakımından ne öğretilmesi gerekiyorsa onlar üzerinde çalışılmalı ve ayrıca kreş açmanın kazanımları araştırılmalı.
4-12 yaş arasındaki çocuklar din, ahlak ve kültür derslerini kendilerine yakın olan derneklerden, camilerden alacaklardır. Bu yaş arasındaki çocuklara belirli kurslar verilerek tam istenilen seviyede olmasa da şimdiye kadar verilenler yine de hissedilen bu boşluğu doldurmaktadır. Bizim çocuklarımız genelde on iki yaşından sonra hedef belirlemekte ve kendisinin ne yapabileceği hakkındaki fikirlerini öne sürmekte geç kalmaktadır. Onların o yeteneklerini ortaya çıkarabilmeleri için belirli zevklerden ve alışkanlıklardan vaz geçebilmeleri için ve kendilerini ifade edebilmeleri için onların ikamet edebileceği ve tecrübeli hocalarından ve abilerinden hem maddi hem manevi dersleri alabilmeleri için onların tabiatlarına uygun yurtların açılması gerekiyor. Yurtlarda hem disipline girerler hem de kendilerini disipline ederler. Yani sizlere anlatmak istediğim şey; her kuruluşun ya da vakfın/derneğin en az yirmi-otuz çocuğu barındırabileceği onları onsekiz-yirmi yaşına kadar tutabileceği bu hayata hazır hale getirebileceği yurtlar lazım. Bir kalıbın içine itmekten ziyade suffe’de yetişmiş gençler haline getirmek ve onları bu hayatta hem maddi hem manevi başarılar elde etmelerine yardımcı olmak bizlerin görevi olması gerekmektedir. Girdiği topluma yön verebilecek kadar karakter ve kimlik sahibi gençler bu yurtlarda yetiştirilebilir. O zaman ivedilikle yapmamız ve ortaya koymamız gereken şeyleri şöylece sıralayabiliriz; düğün salonu, kreş ve öğrenci yurdu. Bu projeler gerçekten zor işler, artık bu saatten sonra kolay projelerle de bir yere varamayız. İşte Ziya Paşa’nın dediği gibi:”Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.”
Bizler dünyanın koştuğu yöne/yere mi koşuyoruz?
Yoksa bizim koşmamız gereken bir hedefimiz/yönümüz var mı?
Bu gurbet ellerde kalıcı olmamız bize ne kazandıracak?
Eğer şimdiye kadar bir hedef ortaya koyamamışsak acaba bundan sonra ortaya koyabileceğimiz bir hedefimiz var mı?
Bu sorular ve sorunlar çoğaltılabilir, bunların çokluğu bizleri korkutmamalı bir yerden başlamalıyız artık.
Ahfeş’in keçisi gibi her şeye kafa sallamamak lazım, bizler ne zaman doğruya doğru yanlışa yanlış diyeceğiz ve idare etme ve ortama uyma işini bırakacağız. Ne zaman içimizdeki, etrafımızdaki “El ne der” Tanrı’sını öldüreceğiz. Bu işlerin yapılabilmesi için birlik ve beraberlik olmanın yanında liyakat çok önemli bir yer tutmaktadır. Yani herkes başarılı olduğu işi yapmalı ve maharetli olduğu işler üzerinde fikir beyanında bulunmalıdır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) Mekke’yi fethettiği zaman Kabe’nin anahtarları Osman b. Talha’daydı, onlar bu hicabe görevini iyi yaptıkları için Peygamberimiz bu görevi onların elinden alıp bir başkasına vermemiştir.
Konumuzla ilgili iki hikayeyle yazımızı nihayete erdireceğiz.
Bir tane ressam çizmeli bir adam resmi çizer, komşusu çizme ustasıdır, ona bu resimdeki çizmenin nasıl durduğunu ve hatası olup olmadığını sorar. Çizme ustası olan komşusu güzel bir şekilde çizmeyi inceler ve “çizme çok güzel olmuş hata yok yalnız çizmenin üstündeki pantolon” der demez, hemen ressam derki; çizmeyi aşma, yani senin işin çizme, çizme dışındakilere karışma!
İkinci hikayemiz ise; zamanın birinde bir şair varmış onun da şemsiye tamircisi bir dostu varmış. Şemsiye tamircisi o şair dostu gibi şiirler yazmak istermiş, her gün bir şeylerle uğraşır yazar çizer sonra şair dostuna bir şiir yazdım lütfen kontrol ediverin dermiş. Şair kontrol edermiş ama şiirlik bir şeyler olmadığı için de dostuna bildirmezmiş kırılmasın diye. Şemsiye ustası her gün yazar ve şair dostuna verirmiş kontrol et diye ve sorarmış nasıl olmuş, şiire benzemiş mi?
Şair bakmış ki şemsiye ustası yapamayacağı bir alanda kendini yoruyor heder ediyor sonunda ona demiş ki; “dostum sen şemsiye tamir etmeye devam et!
Selam ve dua ile…
Sadullah Çelik
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.