Haber Utrecht Köşe yazarlarından Sadullah Çelik’in yeni köşe yazısının konusu bir önceki yazının devamı olan ”Gurbetçi” başlıklı yazısının devamını siz değerli okurların beğenisine sunuyoruz.
Köşe yazısı Türkiye’de yaşanan deprem felaketinden önce yazılmıştır.
İlk önce vatan ne demek onun üzerinde biraz mütalaa edelim. Vatan için bir çok açıklama olduğunu gördüm ve okudum.
“Bir milletin bağımsız ve egemen olarak üzerinde yaşadığı yeryüzü parçası ve onun havası ile karasularına vatan denir.”
“Bir kimsenin doğup büyüdüğü, hakim olarak üzerinde yaşadığı, barındığı gerekirse uğrunda canını vereceği toprak parçasına vatan denir.”
Bazı yerlerde vatan ile yurt aynı anlama geldiği belirtilmiştir, bazen de ikamet edilen yere vatan denilmiştir. Bu tanımlardan bazıları bizlere uymaz bazıları da bizi anlatırken yetersiz kalırlar. Öyleyse şöyle bir tanıma ne dersiniz;
Bize kültürümüzü, tarihimizi kazandıran üzerinde sağlam bir şekilde bir bayrak altında yaşadığımız ve kendine ait bir marşı olan insan topluluklarının bu kazanımlardan dolayı karşılığında canlarını, mallarını feda ettikleri toprak parçasına vatan denir.
İstiklal marşımızda vatan şöyle geçer;
“Canı, cananı, bütün varımı alsında Huda
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.” (1)
Karşılığında insan canını, cananını ve tüm varını feda etmeli ki adı vatan olsun. Bir yer ve bir toprak için bu değerleri feda edemezsek orada doğsak, ikamet etsek ya da rızkımızı kazansak da farketmez bizim vatanımız olamaz ancak bizim yurdumuz olur, orasını yurt ediniriz. Yurt ile vatan arasında böyle ince bir çizgi vardır. Dünyadaki insanları tek tip bir millet etrafında birleştirme çalışmaları yapılmakta yani milletinden, bayrağından hatta dininden tavizler vererek cani ile Kani’yi bir potada eritmek istiyorlar. Yani bir Türk çıkıp benim vatanım Hollanda diyebiliyor oysaki neleri kabul ettiğinden ya da neleri kaybettiğinden bihaber yaşıyor. Bizler ne vatanımızdan, bayrağımızdan, dinimizden ne de marşımızdan vazgeçemeyiz, biz bu değerleri kan vererek can vererek elde ettik. O yüzden vazgeçmek kolay olmadığı gibi bir yere vatan demek de o kadar kolay değildir. Para her yerde kazanılır ama vatan kolay kolay elde edilen bir şey değildir, 41 mısralık bir istiklal marşımız var bizlere ne yapacağımızı işaret eden ve hak edilerek kazanılmış ve yazılmış bir marş. Dünyada bir marşımız olsun diye yazılmamıştır. İstiklal savaşını bize kazandıran bir marştır. Dünya devletlerinden marşını hak edenler çok azdır, bir kaç devlettir Türkiye, Almanya ve Fransa işte Türkiye de o devletlerden biridir. Elimizden gelen her şeyi yaptıktan sonra Allah’a dayanmayı öğretir ve “Korma!” der. Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in Sevr mağarasında Hz. Ebubekir (R.A.)’a dediği gibi. Bizim marşımızın kaynağı Sevr mağarasından başlar.
Geçen yazımızda bir gurbet bahçemizde evimizin olduğunu ve üç bölümden oluştuğunu temel-duvarlar ve çatı diye bahsetmiştik. Genelde bizdeki eğitim sistemi çatıdan duvara, duvardan temele doğrudur, mesela Avrupa’da yıllar önce daha doğru dürüst ilk okulumuz yokken üniversite açtığımız gibi kime ne kadar hizmet veriyorsa.
Bizlerin burada sağlıklı işler yapabilmemiz için temelden başlamamız gerekir, ileriye baktığımız zaman bazı kaçınılmaz durumlar karşımıza çıkıyor. Bu özellikle yeni evlenen gençler arasında tebarüz etmektedir. Ev bulmakta, kiralamakta ya da satın almakta zorlanıyorlar bu sebeple ikisi de çalışmak zorunda kalıyorlar. Eski kuşaklarda bu problem yoktu çünkü genelde baba çalışır anne çocuklara gereken ilgiyi alakayı gösterir ve onları yetiştirirdi, tek maaş yeterliydi. Dünya sistemi artık kadını da dışarda görmek istiyor, onların çalışmasını, gezmesini, para kazanmasını ve harcamasını isterken evde yemek yaparak üretmesini istemiyor ki kadınlar da tüketici listesine eklensin.
Genç evliler çocuk olmasını o kadar da istemiyorlar ya da erteliyorlar, çocuğu olanlar da 0-4 yaş arasında ne yapacaklarını bilemiyorlar, kimileri de kreşlere gönderiyorlar. Hazır yeme içme ne kadar çoğaldıysa evde yemek pişirme kültürü o kadar azaldıysa ve nerdeyse bitmek üzereyse elbette 0-4 yaş arası çocuklara da kreşlerin açılması mecburi hale gelecektir. Çılgınca bir hazır yiyicilik ve tüketim kültürünün etkisi altındayız iki maaşın bile yetmediği günleri göreceksek gelecek neslin yetişmesi artık evlerde olması mümkün olmayacaktır, şimdiden bazı noktalarda yerimizi almamız gerekiyor. İşte tam burada nasıl bir proje üzerinde çalışabiliriz, bunu düşünmemiz gerekiyor. Bir kurum ya da kurumlar aracılığı ile veya bir cami altında veya camiler birleşerek bir dernek ismiyle ihtiyaca göre islami kreşler açılabilir. Hollanda kanunlarına uygun 0-4 yaş arası ve sonrası için, kreş çocuklara tüm imkanlarını sunarken ayrıca dört yaşına kadar islami yönden nelerin verilmesi gerekiyorsa onların safha safha emin ellerde verilmesini projesi içine almalıdır. Ayrıca aileler ile çok sıkı bir iletişim kurarak onların evde neleri yapmaları ve neleri yapmamaları gerektiği konuları üzerinde bilgilendirmelidir. Tabi ki burada çalışabilecek ve hizmet verebilecek kişilerin dini bilgilerini aldıktan sonra şimdiden o okullara ya da gerekli olan eğitime ve öğretime yönlendirilmelidir.
Anne-baba nesil yetiştirmekte yetersiz kalabilir ama; nesil nesili yetiştirir. Her kuşak arkadan gelen diğer kuşağı eğiterek bizler ileriye doğru daha sağlam adımlar atabiliriz. Benim çocuğum yetişti diğerleri ne yaparsa yapsın değil, derdimiz hangi çocuk yetişmedi, yetiştirilmedi nedeni nedir, ne yapabiliriz olmalıdır. Bizim dinimizde münferit kurtuluş yoktur, ya beraberce kurtulacağız ya da Allah korusun, beraberce yok olacağız!
0-4 yaş arası çocuklara okul öncesinde bakım ihtiyaçlarının, dini vecibelerinin güvenli ve huzurlu bir şekilde verebilecek kreşlerin ivedilikle açılması gerekiyor. Ayrıca bu kreşlerin şöyle de bir görevi olmalı;
Çocuk bekleyen gençlerimize özellikle anne-baba adaylarına hamilelik döneminde hem sağlık hem de islami eğitim yönünden nelerin yapılması gerektiği fikri ve kursu verilebilir. Bizler bu konuda çok geç kalsak da eğitim ve öğretimin anne karnında başladığı artık bilinen bir gerçektir.
Çocuk eğitimi denince çoğumuzun aklına doğum sonrası, hatta çocuğumuzun ayaklanıp dillenmeye başladıktan sonraki dönemleri gelir. Doğrudan ve rahat iletişim kurabileceğimiz yaş olarak en erken 2-3 yaş ve/veya 6-7 yaş olarak biliriz. Oysa dinimiz ve güncel bilimsel veriler bize farklı bilgiler vermektedir.
Anne karnındaki bebeğe ruh üflenmesi 120. günde olmaktadır, bu da 4. aya tekabül eder. Aynı zamanda bebeğin hareketleri de yaklaşık bu zaman diliminde hissedilmeye başlar. Şu durumda anne-babanın çocuğun eğitimine başlama dönemi en geç 4. ay itibariyle olmalıdır. Bebek 4. aydan itibaren her şeyi hisseder.
O halde eğitim süreci nasıl olmalıdır?
“Çocuğun kişiliği daha anne karnında iken başlar. Huzurlu, mutlu ve sağlıklı bir hamilelik dönemi geçiren, olumlu düşünen, olumlu davranışlar sergileyen anne adayının çocuğun kişiliğinin olumlu yönde gelişmesine katkısı büyük olur.
Hamilelik döneminde çocuğun eğitimi için yapılacak en önemli şey; helal lokma, çocuğun güzel ses ve sözler duyması, annenin sağlıklı beslenmesi, annenin stresten ve sıkıntıdan uzak olması gerekir. Çocukla üçüncü aydan itibaren iletişim kurmaya çalışılmalı ve onunla konuşulmalıdır. Çocuk dışarıdan gelen tüm sesleri algılamaya başladığı için ona güzel sözler söyleyerek, güzel sesler dinleterek, kitap okuyarak, masal anlatarak beyin gelişimine katkıda bulunulmalıdır.
Anne çocuğuna sesli olarak hikâye kitapları okumalı, ses tonuna dikkat ederek masal anlatmalı, güzel sesler dinlemelidir. Annenin boş vakitlerinde kitap okuması, zekâ geliştirici aktiviteler yapması, yeteneği varsa çizimlerle uğraşması, yapabiliyorsa tasarım yapması, resim yapması… çocuğun zihinsel ve ruhsal gelişimini olumlu yönde etkiler. Anne ve babanın henüz doğmamış anne karnındaki bebekleriyle konuşmaları ve pozitif olmaları bebeği anne karnında rahatlatır, mutlu eder. Bebek, kordonundan sadece besinleri değil, anneden duygu ve ruhsal durumları da alır. Hamilelik döneminde inanç ve dua insana güven duygusu verir… Stres ve kaygılardan uzak durabilmek için dua ve ibadet etmek anneyi rahatlatır.” (2)
Bilimsel verilere göre 5 yaşına kadar çocuğun kişiliği tamamlanır. O yüzden Efendimiz (S.A.V.) şöyle buyuruyor:
“Çocuğa yedi yaşına varınca namazı emredin.”(3)
Namazı emredebilmek için çocukta belirli bir birikimin olması lazım, anne karnından itibaren aldığı eğitimin inkişafıyla yureğinde bir hafiflik oluşacak ayrıca ruh-beden olarak anlama, kavrama kapasitesini ve kalitesini yakalayacaktır.
Demek ki anne karnında başlayan ve nerdeyse 7,5 sene sürecek olan zorlu ama çok önemli bir başlangıcın temelleri ne kadar sağlam atılırsa çocuklarımız bir o kadar huzur ve şuurla bu görevi canıgönülden kabul edeceklerdir.
Selam ve dua ile – devam edecek-
1- Cüda: Yurt, baba ocağı gibi alışılmış olan yerlerden ayrılmış olan, uzak kalmış olan’ anlamına gelmektedir.
2-Hurşit Ekinci, eğitim uzmanı 3- (Ebû Dâvûd, Salât 26; Tirmizî, Mevâkît 182)
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.