Haber Utrecht muhabiri Necati Cavuşoğlu Hollanda’ya ilk gelen nesilden olan Ali Amca ile o günleri konuştu.
Ali Akalın: “GENÇLER, TÜRK GİBİ ÇALISSINLAR VE BİLGİ ÇAĞINDAN FAYDALANSINLAR”
Hollanda’ya gelen ilk Türk işçilerimiz yaşadıklarını anlatıyor
Sivas’lı Uzun Ali lakaplı Ali Akalın “dil kursumu vardı, evlerde banyo bile yoktu, ilk öğrendiğim kelime “werken” idi diyor.
Utrecht’te geleli 50 yıl olan Sivas’ın Olukman köyünden Ali Akalın ile uzun bir söyleşi yaptık emektar gurbetçimiz gençlerede bazı tavsiyelerde bulundu.
Sene 1964 Haziran’ın 27’sinde Hollandaya geldim. O zaman 29 yaşında tığ gibi delikanlı idim, 20 yaşında evlendim Türkiyede önce çiftçilik daha sonra inşaatlarda amele olarak çalıştım. Hollandaya bir yıl için, sadece bir ev parasi kazanmak amacıyla gelmistim.
Hollandada ilk olarak Bonna Vianen’de beton fabrikasında ağır iş olan harç doldurmada çalıştım. Uzun boylu güçlü kuvvetli olduğumdan dolayı orada 5 yıl çalıştım ve işin çok ağır olduğu için hastalandım, buda 3 yıl sürdü biraz düzeldikten sonra tekrar aynı işe girdim.
O zamanlar en çok alışveriş yaparken zorlanıyordum, pirinc almak için dükkana 5 defa gittim ve elkol hareketleri ile anlatabildim. Kaldığımız evlerde yani pansiyonda o zaman banyo bile yoktu, “Ordi girat” yani Oude Gracht bu deyim o zamanki arkadaşların dediği gibi onlardan öğrendim. Bir pansiyonda kaldım toplam 50 kişiydik. Banyo olmadığı için bazı mahallelerde umumi hamamlar vardı oralara gidip yıkanırdık. Bir tane tv kanalı vardı oda siyah beyazdı. Yillar sonra türk gazeteleri geldi ve Cumartesi günleri Almanya 3’te Türkçe tv programı vardı bir saat sürerdi, bazen anteni olanlarla izlerdik. Daha sonra Pasaport diye Holllanda da Ilhan Karacay’ın yaptığı Türkce tv programını seyrederdik ordan bazı kanun ve kuralları öğrenirdik. Türkçe konuşmak için adam arardık, her hafta sonu eski istasyonun karşısında eski bir cemiyet binası vardı orada toplanır dertleşirdik. Berberimiz Berber Haydar idi o zamanlarda herkesi o traş ederdi.
Bayram günlerinde camimiz yoktu ya büyük lokallerde yada kiliselerde namaz kılardık.
Şimdi ise çok onurlu ve gururluyum çünkü: Kanalstraat’ın arka sokağında kalıyorum ve ordan bınaların arasından yükselen yeni camimize bakmak bana mutluluk veriyor. Kendi kendime “demekki biz boşuna calışmamışız emeklerimizin karşılığınıda gördük Allah bizleri mükafatlandırıyor” diye konuştu.
1973 yılına kadar Bonna’da çalıştım daha sonra 5 yıl Verma’da bidon fabrikasında çalıştım. Ağır olmasına rağmen sırasıyla kiremit fabrikası en sonda Remia yani yag fabrikasında calıştım.Bu arada arkadaşlarla Bethlehemweg’te bulunan bir pansiyona taşındık. Orda da bekar hayatı yaşadım.Burada kısa bir anımı anlatayım, “İzine gidecektim sabah bir kalktıkki her taraf buz, yollarda yürümek imkansız Çavuşoğlu bir battaniye buldu ve bavullarımı onun üstüne doldurduk ayaklarımıza bir kaç çift çorap giyerek istasyona kadar beni getirdi ve ordanda havaalanina gittim”. Bu anımı hiç unutamıyorum arkadaşlık mükemmeldi sanki kardeş gibiydik her bölgeden insanlarla. Bir ara Ordulu Sami şimdi rahmetli oldu onun pansiyonundan kaldım ve aniden hastalandım sagolsun Sami ile yine rahmetli olan Ali Bekgoz beni zar zor kaldırarak arabaya ordanda hastaneye getirdiler. Onlara ne kadar teşekkür etsem azdır, Allah mekanlarını cennet eylesin.
Sonra baktımki olmuyor sıla hasreti, hanımı ve cocuklar özlüyorum, ailemi Hollandaya getirmeye karar verdim. Bu haliyle cok zor oldu, hatta arkadaşlar ve hemşehriler bana “Türkiye’ye geri döneceğiz onları getirme cocuklar heba olur” burda dediler ama ben dinlemedim. Necdet Cavusoğlu diye arkadaşım vardı oda bana cesaret verdi ve ailemi 1974 yılında Hollandaya getirttim. O zamanlar oturma müsaadesi almak için ev ruhsatı olması gerekiyordu veyahut ev satın almak mecburiyetindeydik. Evler uygundu bende ilk önce Spijkerstraat’ta daha sonrada Kanaalstraat’ta ev satın aldım. Bir müddet sonra hastalığım nüksetti ve calışamadım, arkadaslarımın yardımıyle ayakta durabildim.
Bir yıllığına gelmiştim simdi ise yaşlandık Hollanda ve Türkiye arasında mekik dokuyoruz gidiyorum olmuyor, geliyorum olmuyor haliyle torun torba var onları özluyorum. Çok ağır ve kötü işlerde calıştım, arkadaşlarımın coğu ya öldü yada kesin dönüş yaptı.
İlk zamanlar bisiklet sürüyordum daha sonra motor aldım kaza yaptım, kaza yapınca bu defa ehliyet aldım araba sürmeye başladom. Hastalandım ve 3 yıl ödenek alamadım nedeni ise yanlıkla doldurttuğum bir förmüldü, Kamil Sulu diye bir tercüman vardı duyduğuma göre oda rahmetli oldu, ona bir formül doldurttum şimdi hatırlamıyorum bir yanlış anlamadan dolayı bana ödenek vermediler, evini sat parasını ye, bittimi o zaman sana ödenek veririz dediler. Bende hem arkadaşların yardımı ile hemde evin bir bölümünü kiraya vererek zar zor geçindim. Kendime gelip biraz düzeldikten sonra Remia’ya girdim ve toplam 5 yıl daha çalıştım, işyerinde hastalandım ve malulen ayırdılar veni zaten posamı cıkardılar ondan sonra. 4 çocuğum var. Hepsi Hollanda da 10 tane torunum 4 tanede torunumun çocuğu var.
1964 yılında Hollandaya geldiğimde tv yok, gazete yok, cami yok Türkçe konuşmak için arkadaş arardık. Hollandaca bilmiyordum ilk öğrendiğim kelime “werken” idi, okul veya kurs falan yoktu bize yol gösteren ön ayak olan yok, sadece biraz uyanık veya biraz dil bilen arkadaşlardı. Rahmetli olan Muzaffer adında bir arkadaşımın oğlu bana tercümanlık yapardı Allah mekanını cennet yapsın. Yiyecek olarak her istediğimizi bulamazdık et alırdık, ekmekler kağıt gibi ve sütlü idi şimdiki gibi secenekler yoktu. Patlican, biber, zeytin ve beyaz peynir yoktu bilhassa doğuya mahsus sebzeler yoktu ancak patates ve meyve alırdık. Haftada bir gün Pazar günleri Olympia sinemasına Türkçe filmler gelirdi oraya gider bazen arkadaşlarla buluşurduk. Birde cemiyet binası vardı hafta sonları orada da buluşurduk. İlk zamanlar çkış aldığımızda hemen başka bir iş bulur ve adam gibi calışırdık işsizlik parası, sosyal ödenek nedir bilmezdik bunları sonradan öğrendik. İşten cıkar veya atılırsak bizi Türkiye’ye gönderirler diye daha fazla ve iyi çalışırdık.
Gençlere tavsiyem: Hollandaca öğrensinler, işlerine iyi asalıp hak yemeden çalışsınlar, doğruluktan ayrılmasınlar, Türkçe’yi unutmasınlar kültürümüz çok zengin onun kıymetini bilsinler, arkadaşlarını iyi seçsinler ve sağlığın kiymetini bilip gençliklerini doya doya yaşasınlar.
45 yıl sonra arkadaşını sesinden tanıdı:
Sene 2010 pansiyonda beraber kaldığımız bir arkadaşım vardı Necip Cavuşoğlu, kesin dönüş yapmıştı onu 45 yıl görmemiştim, torunumun düğünü için Sivas’ta evimde idim, kapı calınca kapıyı acmaya gittiğimde, kapıyı açmaya calışmama rağmen kapıyı biri kapalı tuttu ve kapının ardından seslendim ” kimsiniz” diye dışardan biri “Uzun Ali benim ” dedi ve inanılır gibi değil onu sesinden tanıdım tam 45 yıl sonra, Necip senmisin dedim ve kapıyı acıp sarmaş dolaş olduk, eski hatıraları canlandırdık, aramızda olmayan Şisko Fazıl, Ordulu Sait, Gürcü Sami, Ali Bekgöz ismini hatırladığım Allah selamet versin Necdet Cavuşoğlu, berber Haydar, Bandırmalı Hikmet, Malatyalı Hüseyin, Yozgatlı Suat ve diğerleri. Onları yadederken gözleri dolan Ali Akalın bu söyleşide 50 yıl geriye gittiğini ve zaman zaman eski arkadaslarını çok aradığını ifade ederken, Gurbette Yarım Asırı doldurmanında gururunu yaşıyor.
Ne tesadüftürki Ali Akalın’ın torunu Mehmet Ali ile Necip Cavusoğlu’nun abisi Necdet’in oglu Necati’nin kizi Funda evlendi ve bu nedenlede eski gurbet arkadaşı ise hem dünür hemde hısım oldu.
Haber Utrecht Özel Röportaj © İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.